GERÇEK MÜSLÜMAN İNSANLARIN ELİNDEN VE DİLİNDEN EMİN OLDUĞU İNSANDIR  

Menü
Site Haritası

Şirkin gerçek sebepleri nelerdir?

Yapılan işlerin asıl fail olan Allah ‘a değil de, fiillerin yaratılmasına birer vesile olan mecazi failiere nispet edilebiliyor olması iyi anlaşılamadığı için, iman ve şirk değerlendirmesinde sıklıkla hataya düşülmektedir.

Mecazi ya da hakiki anlam ayrımını kabul etmeyen bazı insanlara göre, fiilin gerçekleşmesinde vasıta olan kişi için “işi bu kişi yapmıştır” gibi bir şey söylendiği takdirde,

مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَ

Biz o putlara, ancak bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” (Zümer 3) ayet-i kerimesinin hükmü gereğince şirke düşülmüş olur. Böyle bir iddia asla kabul edilemez. Bu ayetin bu şekilde bir delil olduğunu iddia etmek, ayeti bağlarnından kopararak keyfe keder verilen bir manadır. Şöyle ki, bu ayeti kerime, müşriklerin Allah’tan başka putlan ilah edinip Allah’ın rububiyetinde ortak gördüklerini ve o putlara ibadet ettiklerini açıkça ifade etmektedir. Müşrikler, putları Allah’tan başka rabler kabul edip onlara ibadet ettikleri için müşrik ve kafır olmuşlardır. Yaptıklan bu ibadetin Allah’a yakınlığa vesile olduğunu iddia etmektedirler.

Burada açıklanması gereken önemli bir husus daha vardır. Allah -celle celaluhu’nun bizlere aktardığı müşriklerin sözlerinden -müşriklerin kendi iddialarına göre- şu anlaşılmaktadır: Onlar putlara ibadet ederken aslında istekli değiller ve bu ibadeti yapmayı istemedikleri halde sadece Allah’a yakınlığa sebep olduğu için yapmaktadırlar. Bu ayeti böyle anlamak durumundayız. Zira eğer müşrikler gerçekten bu iddialarında doğru söylüyor olsalardı, doğal olarak Allah -celle celaluhu’yu o putlardan daha büyük görüp putlara değil de Allah’a ibadet etmeleri gerekirdi. Müşrikler bu söylediklerini, şirklerinin üstünü örtebilmek için bir mazaret olarak ileri sürmektedir.

وَلاَ تَسُبُّواْ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّهِ فَيَسُبُّواْ اللّهَ عَدْواً بِغَيْرِ عِلْمٍ كَذَلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ أُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ إِلَى رَبِّهِم مَرْجِعُهُم ْ فَيُنَبِّئُهُم بِمَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ

Onların, Allah’tan başka çağırdıklarına sövmeyin ki onlarda bir ilim olmaksızın Allah’a sövmesin. İşte biz böylece her ümmete yapıp ettiklerini süsledik. Sonra rablerine döndürülecekler ve Allah onlara kendi yaptıklarını haber verecektir” (En’am 108) ayeti kerimesi, Müslümanlan onların putlanna sövmekten alı koymuştur.

Abdürezzak, Abd İbni Humeyd, İbni Cerir, İbni Münzir, İbni Eb! Hatem ve Ebu Şeyh, bu ayetin tefsiri ile alakah Katade -radıyallahu anh’dan şu rivayeti nakl etmişlerdir:

“Müslümanlar kafirlerin putlarına söverler onlar da bunun üzerine Allah hakkında ileri geri konuşurlardı. Bunun üzerine:
وَلاَ تَسُبُّواْ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ فَيَسُبُّواْ اللّهَ عَدْواً بِغَيْرِ عِلْمٍ
Onların, Allah’tan başka çağırdıklarına sövmeyin…” (Enam 108) ayet-i kerimesi nazil oldu. Bu ayetin nüzul sebebi bu olaydır. Kur’an, Mekke putperestlerinin tapındığı taşların kusur ve eksikliklerini dillendirmeyi yasaklayarak haram etmiştir. Zira Müslümanların, putların kusurlarını ortaya koyan sözleri, putların menfaat ve zarar verebileceğine gerçekten inanan putperesderin putlara bestedikleri bağlılık duygularını tahrik etmekteydi. Sinirlenen putperestler Müslümanlara ayni ile mukabele edip her noksanlıktan münezzeh olan alemierin Rabbine noksanlık izafe ederek sövmekteydiler.

Imdi eğer bunlar gerçekten Allah’a yakınlık için ibadet ettikleri iddiasında tutarlı olsaydılar, intikam almak için kendi ilahlan olduğunu söyledikleri Allah’a sövmezlerdi. Bu yaptıkları göstermektedir ki Allah’ın onlar nezdindeki değeri, kesinlikle putlarından daha azdır.

وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ
Eğer gökleri ve yeri kim yarattı diye onlara soracak olsan elbette Allah yarattı derler” (Lokman 25) ayet-i kerimesi de bu manayı teyid etmektedir.
Yani eğer gerçekten putların değil de Allah ‘ın gerçek yaratıcı olduğuna inanıyor olsalardı sadece Allah’a ibadet ederlerdi. Yada en azından Allah’a olan saygı ve hürmetleri putlardan daha fazla olurdu.

Şimdi soruyoruz: Putları hakkında söylenilenlerden tahrik olup Allah celle celaluhu’dan intikam almak adına putperesderin bu yaptıkları, Allah’ı yüceltip saygı gösteren bir insanın yapabileceği şeyler midir? Elbette ki hayır. Allah’ın müşrikler nezdindeki değerinin o taşlardan daha değersiz olduğuna delalet eden ayeti kerimeler sadece bunlardan ibaret değildir.

وَجَعَلُواْ لِلّهِ مِمِّا ذَرَأَ مِنَ الْحَرْثِ وَالأَنْعَامِ نَصِيباً فَقَالُواْ هَـذَا لِلّهِ بِزَعْمِهِمْ وَهَـذَا لِشُرَكَآئِنَا فَمَا كَانَ لِشُرَكَآئِهِمْ فَلاَ يَصِل ُ إِلَى اللّهِ وَمَا كَانَ لِلّهِ فَهُوَ يَصِلُ إِلَى شُرَكَآئِهِمْ سَاء مَا يَحْكُمُونَ

Tuttular Allah’ın yarattığı ekin ve davarlardan ona hisse ayırdılar ve kendi zanlarınca “Bu Allah’ın, bu da Allah’a ortak koştuğumuz putların” dediler. Ortak koşulan putlar için olanlar Allah tarafına ulaşmaz ama Allah için olanlar putların tarafına ulaşır. Ne kötü hüküm veriyorlar ” (En’am 136)

Eğer Allah’ın onlar nezdindeki değeri putlardan daha az olmamış olsaydı, bu ayeti kerimenin bize hikaye ettiği tercihte asla bulunmazlar ve Allah -celle celaluhu-’nün

سَاء مَا يَحْكُمُونَ
“Ne kötü hüküm veriyorlar” (Enam 136) kavline müstahak olmazlardı.

Ebu Sufyan -radıyallahu anh- ‘ın Müslüman olmadan önce kendi ilahlarının ve ordusunun müminlere ve alemierin rabbi olan Allah’a galip olması için “Hubel aziz olsun” diyerek putları olan Hubel’e dua etmesi, müşriklerin putlara ve Allah -ce lle celaluhu-’ya nasıl bakıp inandıklarını göstermeye yeterli bir misaldir.

Anlattıklarımız iyi anlaşılmalıdır. Zira birçok insan bu noktayı anlayamadıkları için, yanlış çıkarımlar yapmakta ve batıl fikirlerini buna dayandırmaktadırlar.

Allah -celle cetaluhu- Müslümanlara namaz kıtarken Kabe’ye yönelerek -yapılan ibadet Kabe için yapılmadığı halde- ibadet etmelerini ve onu kıble edinmelerini emretmiştir. Hacerü’I-Esved’i öpmek, Allah’a kulluk ve Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’e ittiba için yapılır. Buna rağmen birisi Kabe ya da Hacerü’l-Esved’c ibadet ettiğini düşünürse, aynı putperestler gibi o da müşrik olur. Bu durumda vasıta kullanan herkesi müşrik kabul etmek mümkün değildir. Zira vasıta kullanmak kaçınılmaz bir durumdur. Aksi takdirde her işinde bir vasıta kullanan insanlan müşrik addetmek zorunda kalınz. Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’e Kur’an, Cebrail -aleyhisselam- vasıtasıyla nazil edilmiştir. Peygamberimiz -sallallahu aleyhive sellem- Sahabeyi kiram -radıyallahu anhum- için en büyük vasıtadır. Sahabe, sıkıntılı zamanlannda onun yanına sığınır, sıkıntılarını ona anlatır, onu Allah’a vesile eder ve ondan dua isterlerdi. Onların bu isteklerinin üstüne Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- asla onlara: “Siz müşrik ve kafir oldunuz. Sıkıntılarımza benden çare aramanız ve benden bir şey istemeniz caiz değildir. Gidin ve kendi başınıza size benden daha yakın olan Allah’tan isteyin” gibi bir şey dememiştir. Bilakis, onlar adına Allah’tan istekte bulunmuştur.

Bununla beraber elbette ki bütün sahabe kesin olarak şunu bilmekteydiler; gerçekte istenileni verebilecek olan sadece Rezzak olan Allah – celle cellaluhu-’dur. Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- de verdiği şeyleri Allah ‘ın izniyle vermektedir.

إنما أنا قاسم والله معط
“Ben ancak taksim ederim. Gerçekte veren Allah’tır” diyen yine Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’in kendisidir.

Öyleyse, herhangi birisi için “o, sıkıntıyı giderdi ve ihtiyacımı gördü” demek, o işin olmasına vesile oldu demektir. Kim, iki dünyanın en şereflisi, cinlerin ve insanların efendisi, Allah’ın bütün mahlukatının her anlamda en değeriisi olan yüce Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’e i’tiraz edebilir? O değil midir ‘sahih’ bir rivayette:
من فرج عن مؤمن كربة من كرب الدنيا
“Kim ki mümin kardeşinin dünyada bir sıkıntısını giderirse…” diye buyuran. Mümini, sıkıntıları gideren olarak vasıflanmıştır.
من قضى لأخيه حاجة كنت واقفاً عند ميزانه فإن رجح وإلا شفعت له
“Kim bir kardeşinin ihtiyacını giderirse onun mizanı önünde duracak ve ağır basmasını bekleyeceğim. Ağır gelmese şefaat edeceğim” diye buyuran, müminleri, “ihtiyaçları giderici” olarak tavsif eden O -sallallahu aleyhi ve sellem- değil midir? Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- sahih rivayetlerde: من ستر مسلماً
“Kim bir müminin ayıbını örterse…”
أن لله عز وجل خلقاً يفزع إليهم في الحوائج
“Allah’ın öyle mahlûkatı var ki sıkıntılı anlarda onlara müracaat edilir”
والله في عون العبد ما دام العبد في عون أخيه
“Allah, kardeşine yardım ettiği sürece kulunun yardımındadır”
من أغاث ملهوفاً كتب الله له ثلاثاً وتسعين حسنة
“Kim sıkıntısı olan birisine yardım ederse Allah ona doksan üç hasene yazar” diye buyurmuştur?

Bu rivayetlerde müminler, sıkıntıyı gideren yardım eden, ayıpları gizleyen ve kendisine müracaat edilen kişiler olarak tavsif edilmiştir. Halbuki sıkıntıları gideren, ihtiyaçlan veren, ayıpları örten ve yardım eden gerçekte Allah’tır. işlerin yerine getirilmesinde bir vasıta oldukları için, fiillerin Müminlere nispet edilmesinde bir beis bulunmamaktadır.

İstiğfar eden ve mescitleri imar eden insanlardan dolayı, Allah ‘ın yeryüzünden azabı kaldırdığına, onlar sayesinde diğerlerini rızıklandırdığına, belaları onlar sayesinde defettiğine delalet eden birçok hadisi şerif bulunmaktadır.

Taberani “Kebirde, Beyhaki’de “Sünen’de nakletmiştir: Mani ed Deylemi -radıyallahu anh- Rasulüllah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
لولا عباد لله ركع وصبية رضع وبهائم رتع لصب عليكم العذاب صباً ثم رضّ رضا
Eğer yeryüzünde Allah’ın rükû eden kulları, süt emen sabiler, otlayan hayvanlar olmasaydı, üzerinize azap yağdırır ve sizi helak ederdi.”

Buhari, Sad İbni Ebi Vakkas -radıyallâhu anh-’ın şöyle rivayet ettiğini nakletmiştir:
هل تنصرون وترزقون إلا بضعفائكم
Siz ancak aranızdaki zayıflar sayesinde yardım olunuyor ve rızıklandırılıyorsunuz.”

Tirmizi ve Hakim sahih bir senetle Enes -radıyallâhu anh-’dan şöyle nakletmişlerdir:
لعلك ترزق به
“Umulur ki onun sayesinde rızıklandırılırsınız.”

Abdullah İbni Ömer -radıyallâhu anh-’dan naklen Rasulüllah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
إن لله عز وجل خلقاً خلقهم لحوائج الناس يفزع إليهم الناس في حوائجهم أولئك الآمنون من عذاب الله تعالى
Muhakkak Allah, insanların ihtiyaçları için kendilerine müracaat edecekleri insanlar yaratmıştır. İşte onlar Allah’ın azabından emin olanlardır.”

Cabir bin Abdullah -radıyallâhu anh-’tan rivayetle Rasulüllah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
إن الله ليصلح بصلاح الرجل المسلم ولده وولد ولده وأهل دويرته ودويرات حوله ولا يزالون في حفظ الله عز وجل ما دام فيهم
Muhakkak Allah, salih bir adamın salihliğinden dolayı çocuğunu ve çocuğunun çocuğunu, beldesini ve çevresindeki beldeleri de salaha erdirir. Ve o aralarında bulunduğu sürece onları muhafaza eder

İbni Ömer -radıyallâhu anh-’dan naklen Rasulüllah -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurmuştur:
إن الله ليدفع بالمسلم الصالح عن مائة أهل بيت من جيرانه بلاء
Muhakkak ki Allah, bir salih kul vesilesiyle komşularından yüz evden musibet ve belayı def eder” Sonra da İbni Ömer -radıyallâhu anh- şu ayeti okumuştur:
وَلَوْلاَ دَفْعُ اللّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ الأَرْضُ
Allah’ın insanların bazısını bazısıyla defetmesi olmasaydı elbette yeryüzü fesada uğrardı.” (Bakara 251)

Sevban, ‘merfu’ olarak Rasulüllah -sallallahu aleyhi ve sellem-’den şu rivayeti yapmıştır:
لا يزال فيكم سبعة بهم تنصرون وبهم تمطرون وبهم ترزقون حتى يأتي أمر الله
İçinizde daima yedi kişi bulunur ki onlar sayesinde yardım olunur, onlar sayesinde yağmur yağdırılır ve onlar sayesinde rızıklandırılırsınız. Allah’ın emri gelene dek bu böyle sürüp gider

Ubade bin Samit’ten naklen Rasulüllah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
الأبدال في أمتي ثلاثون بهم ترزقون وبهم تمطرون وبهم تنصرون
Ümmetimde otuz tane ‘abdal’ vardır. Onlar sayesinde rızıklandırılır, onlar sayesinde yağmur yağdırılır ve onlar sayesinde yardım olunursunuz.”

Katade “Sanıyorum Hasan (Basri?) onlardan biridir” demiştir.

İbni Kesir bu son dört hadisi şerifi tefsirinde
وَلَوْلاَ دَفْعُ اللّهِ النَّاسَ
Allah’ın insanların bazısını bazısıyla defetmesi olmasaydı…” (Bakara 251) ayetinin açıklamasını yaparken zikretmiştir. Hadislerin hepsinin toplamı, sahih seviyesine çıkmakla delil olmaya salahiyetli hale gelmiştir.

Enes -radıyallâhu anh-’dan rivayetle Rasulüllah Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
لن تخلو الأرض من أربعين رجلاً مثل خليل الرحمن ، فبهم تسقون وبهم تنصرون ما مات منهم أحد إلا أبدل الله مكانه آخر
Yeryüzü, Halilü’r-Rahman Hz. İbrahim gibi kırk kişiden asla boş kalmayacaktır. Onlar sayesinde yağmur yağdırılır ve yardım olunursunuz. Ne zaman onlardan biri vefat etse Allah yerine bir başkasını koyar.”

Tevhid ve iman günü olan mahşerde, arşın açığa çıktığı o günde vasıtayı uzma olan vesilelerin en büyüğü meydana çıkar. O, livaü’l-hamd’ın, makam-ı Mahmud’un ve havz-ı kevser’in sahibi olan, şefaati asla geri çevrilmeyen şefaatçi, ümmetini hüsrana ve üzüntüye düşürmekten sakınan, aldığının karşılığını muhakkak veren, hüsnü zanları boşa çıkarmayan vaatlerin sahibi olan Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem-’dir.

O gün, tüm insanlar ona yönelecek ve ondan şefaat dileneceklerdir. O -sallallahu aleyhi ve sellem- de, Allah’ın “ey Muhammed! Şefaat et, kabul edilecektir. İste, Sana verilecektir” hitabıyla vücud bulan, ihsan hırkası ve ikram tacı sayesinde ümmetinin isteklerine karşılık verecektir.

[Seyyid Alevi el Maliki, Mefahim, s.83-90]


Yorumlar - Yorum Yaz
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam101
Toplam Ziyaret553091
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Saat
Hava Durumu